Bana Aşkını Söyle, Sana Travmanı Söyleyeyim
Benim aşkım reng-ahenkti, siz aşkı tek renk olsun istediniz ama yanıldınız, o ‘tek renk’’ bulunamadı. Birçoğunuz o tek renk’ler için acı çektiniz, belki de çektirdiniz. Kendi renklerinizi sevmediğiniz için başkalarının renklerini kirletmek istediniz. Her şeye, herkese inat aşkımı dünyanın tüm renkleriyle boyayacak ve bunu sadece sevgiyle yapacaktım. Bunu henüz bilmiyordunuz.
Yüzyıllardır herkes aşkın tanımını yaptı. Hatta belki siz bunları okurken kendi içinizden bile bir aşk tanımı yapabilirsiniz.Bu nedenle ben aşkı tanımlamayacağım size. Ama aşkı tanımlarken neden bunca şiirler, kitaplar, yazıldı bundan bahsedebilirim size. Çünkü Sizin hikayen tamamen size özeldi benim hikayem ise bana özel, O’nun hikayesi ise başka özel.bu mutlu bir aşk hikayesi değil, mutsuz bir aşk hikayesi de olmayacak.
Aşklara hep yüksek dozda başlayanlardanım ben. O’nu gördüm ve o an adına aşk dediğim ama çok sonralarda travmamlarımın onun travmalarıyla eşsiz bir biçimde uyuşacağını ve aslında belki de bunun aşk olabileceğini çok sonradan fark ettim.
İlk görüşteki aşk’lara inanmak istedik. Aşkın da sonsuz olmasını diledik. Bilemedik yaralarımızı saran ya da en derinden deşebilecek kişileri seçtiğimizi.
Bilemedik,
En özelimizi paylaşırken beni tam da buradan vurabilirsin diyerek dolu silahları verdiğimizi.
‘’Şimdiye kadar nerelerdeydin sen’’?diye sorduğumuz kişiyle
Şimdiye kadar bastırdığımız tüm acıları yüz üstüne çıkaracak olan kişinin aynı kişi olduğunu.
Bilemedik işte…
Ben O’na, O ise başkalarınınn ona dayatmayı seçtiği o ‘tek renk’e kandı. Kavuşamadığında adı aşk olur mıuydu bunu bilemedim. Çünkü ben imkansız’a aşık olmuştum.
Şimdiye kadar herkes nasıl konuşmam gerektiğini, nasıl düşünmem gerektiğini, hatta nasıl sevmem gerektiğini bile bana öğretmişti. Öğrettiklerini sanmışım belki de. Ama işte seni gördüğümde tüm bildiğim doğrularla tüm bildiğim yanlışlar birbirinin içinde eriyip kayboldu.
Simsiyah gözlerini gözlerimle birleştirdiği anda bu aşkın hem onu hem de beni yakacağını, biz birbirimizi yakmasak bile başkalarının bu aşkı yakacağından emindim. Çünkü başkalarının formuna uyan bir aşk değildi bizimkisi…
Kendi cinsimden birinin gözlerinde, ‘’kendi evindeki gibi rahat edebilirsin’’ diyen başka bir bakış olmamıştı şimdiye dek. Gözleriyle evinin tüm kapıları sonuna dek açtı. Benim içeri davet etti.Evin tüm odalarında gezdik. Tüm anılarını, anılarımla tanıştırdı, ağladık, güldük, sarıldık. Iki ayna arasındaki iki kişinin tek bedendeki sonsuz yansımasıydık.
Bölük pörçük olan yaşamlarımızda, tam ve tamam olmanın tadını almanın, yaşamın koşullarına göre uygun olmadığını biliyordu,biliyorduk. söze dökmekten kaçınıyorduk.Bir şeylerin konuşulunca anlamının değişeceğini, bozulacağını, aşkın da böyle bir şey olduğunu anlamıştık.
Üçüncü kişiler duyduğunda, yargılar başlayınca bunun gerçekten doğru olmayabileceğini bile düşündük, bu aşktan kurtulmayı denedik ama dahası kurtulmayı da istemiyorduk. Biz O’nunla dünyanın bize dayattığı formdaki aşkı reddediyorduk.
Herkes kendi travma döngüsünü yaşar, bazen o döngüyü tekrar ettirir, bazen de ötekilerin travmasını üstleniriz ve onları yaşarız, yaşatırız.
Zaten çeşitli ‘’ötekiler’’ yaratmıyor mu yazgımızı? Okuyacağınız okulu,seçeceğiniz işi, evleneceğiniz yaşı, seveceğiniz eşi, doğuracağınız çocukları…
Şimdi size soruyorum.
Bizim yazgımızı ötekiler yazmıyor mu?
Senin travmaların sanayken benim trvamlarım banayken
Öyleyse neden, niye, neye, niçin aldırmalı ki?
Elimizden her şeyi alabilirsiniz,kalemleri, kağıtları, aşkımızı anlatan kitapları, sorgulayıcı bakışlarınızla her şeyi alabilirsiniz, hatta Gökkuşağının renklerini bile çalıp bizi griye mahkum ettiğinizi düşünebilirsiniz. Sizin kurallarınızın bizde yarattığı yağmur ve fırtınaya aldırmadan doğuracağımız her güneşte gökkuşağının renklerini her defasında daha çok parlatacağız!